#neyse bari birileri mutlu olsun
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sınıftan arkadaşım (samimi olmadığım 😐) Beyzanin tatil dönüşü yaşadığı mutluluğa bakın ig de drumuna atmış. Bazı kızlar hayvan gibi seviliyor ya ...
#cocukta bizim sinifta bu arada .#kızın adina sevineyim mi kendi halime aglim mi bilemedim#tolgaya bak sen#neyse bari birileri mutlu olsun#bu kiz kıskançlıktan uyuyamicak ta neysee#salak beyza tolgayı gercekten sevseydi sevdiği cocukla ayni sehire geliyo diye morali yerlerde olmazdi orasi da ayri mesele#işte böyle kizlar böyle seviliyo değer görüyor ya garibime gidiyor
7 notes
·
View notes
Text
düşünme-özgür irade mekanizması üzerine
ilk olarak iki hafta önce bir gece “… üzerine” ile başlayan, spotane gelişen birkaç yazı yazdım ve bunu neden devam ettirmiyorum, sürekli boş yapıyoruz bari biraz devam edelim de birileri bir şeyler öğrenir, ben de düşünme süremi arttırırım diye düşündüm. çünkü günlük yaşantı içinde düşünmek için çok az zaman bulabiliyoruz. gerçekten. çok fazla gerçekten diyorum ama gerçekten öyle(bununla ilgili 10. sınıfta geometri hocamla dalga geçiyordum, sonradan en sevdiğim hocalardan oldu. belki bununla bi ilgisi vardır-bu parantezi ilerleyen dakikalarda daha anlamlandıracağız.). neyse, araya parantez girince konu dağılıyor. düşünemiyoruz kankilerim. düşünemiyoruz. şöyle bi düşünün gününüzü. durdurun okumayı birkaç saniye ve düşünün. sabah kalktın, kahvaltı yapmadan elinde telefon instagram keşfet. hadi tuvalete gittin elinde tumblr reblogs, hadi bıraktın kahvaltı yapıyosun önünde televizyon alişan dilenciye para verdi. bıraktın bilgisayar. bıraktın telefon. E DÜŞÜNEMEDİN BÜTÜN GÜN. duşta bile telefonla oynuyoruz, müzik dinleyip dans ediyoruz. evet, müzik dinlemek de düşünmeyi zorlaştırmakta. kasapsan et doğrarken müzik işine odaklanmanı sağlar. kas gücü gerektiren işlerde yardımcı olur. ama zihinsel işlerde müzik… rezalet gerçekten.. düşünemiyoruz.
evet artık yazıyı biraz ittirelim. düşünemediğimizdendir bu seriyi devam ettirme kararı aldım çünkü insan klavyenin başına geçince düşünme aktivitesi hızlanıyor, ve süresi artıyor. şöyle ki, normal bir günde herhangi bir olay üzerine düşünme(anlık tepkilerden bahsetmiyorum, düşünmekten bahsediyorum.) taş çatlasın 5-10 dakikadır. o da sıçmaya giderken telefonu unutursun, global problemleri düşünürsün falan… peki bu düşünme mekanizması nasıl gerçekleşir? yani burda bi saniye durup sana mı kaldı lan bunu açıklamak göt denebilir lakin burda sadece bir yerlerden görüp okuyup izlediklerimi ve aklımda kalanları kendimce, okuyan olursa diye anlatmak istiyorum. yoksa kimseye pipimi gösterip bak benimki en büyük demek gibi bi derdim yok, olmadı.
nasıl gerçekleşiyor? bunun üzerine iki görüş var. (maddemizi sıralamamızı yapalım da havalı olsun biraz)
1) liberteryen özgür düşünce görüşü: verdiğimiz kararların tamamen bize ait, random ya da beynimizden çat diye çıktığını savunan görüş. örneğin öğle yemeğinde canınız dürüm çekti, aradınız marmaris büfeyi, hocam 2 dürüm dediniz adresi verdiniz geldi. canınız istedi, dürüm yemek istediniz. z raporu. bunu okuyunca aaaa bu benim işte diyebilirsiniz. şimdi diğerine bakalım
2)ağır deterministçi görüş: yaptığımız ve verdiğimiz kararların başlangıçtan beri filozof d’holbachın tanımıyla “unbroken chain of events” yani olayların devamlı bir zincir halinde sebep-sonuca dayanarak gerçekleşmesi. bir nevi kaderci bir görüş. izlediğim bir videoda oedipustan bahsediyordu kadercilik üzerine. oedipus(ödip)in anneli babalı hikayesini bulup bi okuyun. neyse, bunda ise verdiğiniz kararın öncesinde onu etkileyen bir sebebin olduğunu söylüyor. EEE BU DA BENİM?
insanoğlunun hayatı tarih boyunca çelişkiler üzerine gelmiş ve çelişkiler üzerine gelişmiştir. bu çelişkileri insanı bi şekilde araştırmaya itmiştir. sapiens kitaplarını okursanız çelişkiler üzerine birkaç örnek bulabilirsiniz, şu an kitaplığa gitmeye FAZLA ÜŞENDİĞİM için gidip sayfaları karıştırıp örnek arayamıyorum ama hatırladığım kadarıyla inandığımız dinlerde bile animizm çatışmaları çelişkileri var. oysa tektanrıcılık animizmi sevmez. bu başka yazının konusu. ama çelişki demişken değinmiş olduk. fazla değmeden devam edelim, iki görüşü de savunuyoruz gibi, ÇÜNKÜÜÜ ÇELİŞİYORUZZZ :) end of the story.
şimdi bu çelişkiler insanoğlunu haliyle düşünmeye itmiş. çünkü içimizde içgüdüsel olarak bi ben kararlarımı özgür veriyorum düşüncesi var lakin bunun KOOOSKOCAMAN BİR ARKA PLANI VAR. mesela einstein reyis bile demiş bunu. bi alıntı yapalım da yazımız seksileşmeye devam etsin;
“pipomu yakmak istediğimde bunu hissediyorum ve yapıyorum da. ama bunu nasıl aklın özgürlüğüyle bağıntılandırabilirim? benim bu pipomu yakma istencimin arkasında ne yatıyor? başka bir istenç, irade eylemi mi?”
haydaaaa.. girdik yine bilinç altına, geçmiş deneyimlere… hemen burda libet deneyini anlatmak istiyorum. çünkü bu istençlerin arkasında beyinde bir aktivite dönüyor ve bilinç dediğimiz şey aslında birtakım nöron. (çok fazla materyalistik konuşuyoruz belki maneviyat tayfa bize kızabilir ama lütfen kızmasınlar.. kavurma yiyip sakinleşsinler hemen… biraz da soda için.. oohh)
anlatacağımız deneyin ana fikri şu, bi odaya üç beş insanı sokuyolar, istediğiniz bi anda elinizi kaldırın diyorlar. ve kaldırırken saate bakın ve ne zaman karar verdiğinizi not edin diyorlar. ve beyinlerine takılı olan alet sayesinde beyin etkinlikleri takip edilebiliyor. veeeeeeeeee ACAYİP Bİ SONUÇ ÇIKIYOR ORTAYA.
ELEMANLAR ELLERİNİ KALDIRMADAN 350-400 MİLİSANİYE. BAK MİLİ. MİLİSANİYE ÖNCE BEYNİN ELİ YÖNLENDİREN BÖLGESİNDE ETKİNLİK TESPİT EDİLİYO. hobaaaaaaaaaaaaa. ee o zaman sen dürümü ısmarlamadan önce de bir şeyler oluyor ve nöronlar dürüm istediğine karar veriyor. bunlar da geçmiş yaşantına bağlı. gerçekten. gerçekten demişken benim de gerçekten dememi beynimde bi şeyler tetikliyo ve bunu etkileyen de 10. sınıfta geometri dersinde duvar kenarında dizimi sıraya dayamışken hocanın gerçekten demesiyle taşak geçmemiz ve hocanın bize ayar çekmesi oluyor. o zaman özgür düşüncemiz yok ve ikinci seçeneğe dalıyoruz hepimiz.
ama seçeneklerimiz var diye hissediyoruz? dürüm yerine başka bir şey seçebilirdim. çin yemeği ısmarlayabilirdim. çünkü öyle istiyorum. deterministik görüşte seçenekler yok. istediğimizi yapıyoruz yani.
yine bi geçmişten deneyli bi örnek verelim. doktorun biri elektrodla epilepsi hastasını tedavi ediyor elektrik yollayıp. adamın kolunu yönlendiren beyin merkezini görüyor ve elektrik yolluyor, haliyle kol hareket ediyor. adam hastaya soruyor neden hareket ettirdin diye, adam İSTEDİĞİM İÇİN diyor. haydaaa. yine üst paragraf boşa çıktı. elektriği önceden yolluyor, istediğimizi yapmıyoruz, yaptığımızı istiyoruz.
doktor beyin adı da roth. roth açıklıyor ki, eylemlerimiz için aldığımız kararlar bilinçaltımızda. ama bu olaylar incognito(gizli) bi şekilde işlediği için anlamıyoruz. yani invisible causes var ortada. tabi amınakodum insanları da BEN BEN BEN diyo. hep ego mınakoyim.. hep bilinç.. hep büyük biziz.. hee sensin he… lan yine sosyopsikolojik mesajları bilimle harmanlayıp verdim… ah ulan türkom ahhhh..
bu invisible causes(görünmez nedenler)i biraz açarsak ve deterministik görüşü sabitleştirirsek;
nöronlar beynimizi beynimiz biyolojik sistemimizi ve biyolojik sistemimiz (hormonlar kemikler falan) fizyolojik yaptığımmız hareketleri etkiliyor. ve bunların hepsi sebep sonuca dayanıyor. birinin özgür diğerinin deterministik olması mümkün değil. araya bir örnek sıkıştırayım mesela;
-mesela sabah kahvaltıda yumurta yiyeceğiz. mantıklı olarak beynimiz neden yumurta yiyeceğinin inancını düşünüyor ve proteinli ve sağlıklı olduğunu alıyor arşivden, yumurta tutkumuzun spordan geldiğini ve kasları besleyeceğine inanıyor. son olarak hararetimiz de şöyle haşlayalım yumurtayı kayısı kıvamında yiyelim diyor ve yumurtayı haşlamaya başlıyoruz.. ama biz farkında değiliz ve direk fiziksel dünyaya dalıyoruz. nöronlar elektrikleşmeye devam ediyor. biz de devam edelim-
fiziksel dünyanın deterministik(rastgele olmayan) olduğuna inandığımızdan özgür iradenin illüzyon olduğu sonucuna rastlıyoruz. mesela burda da rastgele değil diyoruz ama yukarda bir sürü materyalist şey söyledik. hem inançlı hem inançsız bi çelişkiler çerçevesinin içindeyiz. nerden baksan ahmakça…
belki de bize özgür irade olarak göstermesini de beyin sağlıyordur.. belki de özgür iradedir ve hepsi yanlıştır… hep şüpheye düşüyoruz hep bi ayağımız çukurda…
bu özgür iradenin de nasıl oluştuğuna dair fikirler var; toplumun ve nasıl yaşadığımızın çevresinin etkisi büyük bunda. işte dizilerde herkesin odası var, sonra kalbinin sesini dinle istediğini yap mottoları her yerde. insan da neye inanacağını bilmiyo çorba gibi bi devirdeyiz amınakoyim. hep rb rb rb nereye kadar..
ama bunda da millet haklı, yani bi şekilde insanı eylemlerinin sorumluluğundan ve özgür iradeden sorumlu tutmalılar çünkü o zaman suçluluk olayı kalmaz ve adalet-anayasa sistemi komple çöker. BEN YAPMADIM SİZ YAPTIRTTINIZ diyenler haklı çıkar(belki de haklılar) da ortalığın anası sikilir. belki böylesi doğrudur yani… doğru olmasa da gayet güzel(gayet güzel olmasa da) yaşıyoruz yani. düşünmek için yer zaman buluyoruz, okuyoruz araştırıyoruz ve ben bu yazıyı kafamı dinleyerek rahatça yazabiliyorum. kıymetini bilmek gerekir.
kıymetinizi bilin, düşünün arkilerim.
—
bu arada, sona gelmişken birkaç şey söylemek istiyorum. konuyu araştırırken kullandığım bütün kaynaklar ingilizceydi. internette ingilizce çok fazla kaynak var ve araştırırken size çok fazla yardımcı oluyor. konuyla alakalı farklı şeyler okumak isterseniz google’da FREE WILL IS AN ILLUSION yazmanız yeterli olacak. türkçesini aratınca ingilizce asıl kaynaklardan çevrilmiş birkaç blog yazısından falan başka bir şey bulunmuyor. (bu yazı da ingilizce kaynaklardan okuduğum ve anladığımı süzgeçten geçirip yazmak üzerine zaten.) ki bütün yaşamımız böyle. bu şekilde düşüncelerimizi hiçbir zaman bizim olmuyor. ordan burdan… süzgeç bizim diyebiliriz ama yine de %100 bir saflık yok hiçbir zaman.
ingilizce öğrenin, araştırmalarınızı ingilizce yapın. ingilizce şeyler okuyun ki daha güzel kaynaklara erişin canlarım. ben ara ara yazacağım, neredeyse 1 saattir üzerine düşünüp toparladım yazıyı. umarım düzgün olur ve beğenirsiniz. öğüdümüzü de verdik oh.
son olarak, deterministik görüşe göre sebep sonuçsal bi sonsuz zincir var ve elbet bir başlangıcı olmalı bu serinin.(allahı kanıtladık lan ayak üstüsdkljs) bu da belki evrenin doğuşunu ve eylemlerin başlangıcını açıklar bilimsel olarak… ya da herkes müslim olur ve arap şeyhlerini mutlu eder kim bilir…
teşekkürler buraya kadar dayanan varsa.. uzun süredir aklımda olanları araştırıp toparlayıp yazıya döktüm. umarım bi nebze bir şeyler hissedersiniz. son..
4 notes
·
View notes
Text
Olmuyor
Merhaba kuzen.
Karşıma geç de iki rekat konuşalım be oğlum. Şimdi konuşalım dedim de olmuyor moruk. Ne kimseye anlatabiliyorum kafamda olup biteni, ne de yapabiliyorum içimde olup bitenlerin mantıklı açıklamasını. Bomboş bakıyorum sadece duvarlara, tavana veya tabana. Ama yine de yazayım da oku. Anlamasan da rol yap doktorlar gibi. "Hı hı Dağhan, bana da oluyor arada..." da diyebilirsin hatta.
Neyse.
İnsan, anılarının play tuşuna hareket etmeyen objelere bakınca basıyor. Bunu doktora gide gele öğrendim lan.
Doktora gittiğim ilk gün, "delirdim" demiştim. O da gülüp, "bilinenin aksine kabulleniş, kurtuluşun sinyalidir" demişti. Her gittiğimde de, "deliyim doktor abi, koy bi' tanı da ona göre davranayım. En azından kurtulmak için çırpınırım, düşünerek değil" demeye devam ettim. Aldığım cevap hiç değişmedi...
Bugün hangi suçluya sorarsan sor suçunu önce inkâr eder. Alkol ölçülen promil zımbırtısına üfleyen bir sarhoş da alkol aldığını inkâr eder. Ve ne yazık ki, deli olan biri de deli olduğunu inkâr eder. Bu minvalde ilerlediğinde doktora gidip "deliyim la ben" demek, sadece teşhisi kolaylaştırır.
Bir eczacı, seni kapıda görür görmez, reçeteye bile bakmadan ilaçlarını hazırlıyorsa durumun çok kötü demektir kuzen.
O an göz göze gelmek nasıl duygu biliyor musun? Şöyle anlatmaya çalışayım; anneni veya babanı kaybettiğin gün kime haber vereceğini şaşırırsın ya, ha işte bir eline o anki duyguyu al, diğer eline de intihar etmeyi düşünürken iç güdüsel olarak yaptığın şeyler sonucunda birinden, "Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin" cümlesini işittiğin anki duyguyu al ve ellerini sabunlar gibi karıştır. Tam da böyle!
Doktor, sana bakıp "anlat" derken o kadar rahat ki moruk. Elinde kalem, ilkokulda cin ali diye çizdiğin şeyi sana ilaç ismi diye yapıştırabiliyor, ama cidden dinlemiyor.
Oysa ilk başlarda doktor, öyle anlamlı bakıyor ki seni dinlerken, içine attıklarının dibini ekmekle sıyırıp bir çocuğa "aç ağzını, bak uçak geliyor" der gibi yediresin geliyor. Öyle heyecan yapıyorsun.
Çünkü hiç kimse, seni daha önce gerçekten dinlememiş gibi hissediyorsun. Doktor, sadece dinliyor ve söz hakkı ona geldiğinde sadece senin sorunların için konuştuğunda, o ana kadar olan tüm konuşmalarının boşuna olduğunu hissediyorsun. Hatta konuştuğun herkesin, kendi dertlerini araya sıkıştırmak için rol yaptıklarını kavrıyorsun. Bunu da nasıl anlıyorsun, biliyor musun; aynı şeyleri, aynı tip doktorlara beş yıl boyunca anlatmaya çalışan hastalarla konuşunca ve onlardan biri olmaya başlayınca. Ve sonunda görüyorsun ki; seni dinlemek bir yana, duymuyor bile. İlaç listesini güncelliyor cümlen bitince. Bu yıkımın tarifi imkansız.
Hâl böyle olunca da, etrafında sana destek olan birileri varsa, birileri sürekli "yanındayım" cümlesini söylüyorsa ve o birileri bunu ispat etmeye çalışıyorsa, bil ki çıkarları senin yanında olması gerektiğini gösteriyordur fikrini benimsiyorsun.
Kime güvenebilirsin ki artık?
Bak yemin ederim, şimdiki halimle insanlara güvenmemen konusunda bir sürü argüman söyleyebilirim sana. Fakat buna rağmen birilerine güvenmeye devam edersin. Her söylediğimi onaylayarak hem de. Çünkü mecbursun. Sadece sosyal platformlardaki hesaplarında "kimseye güvenmiyorum" diyebilirsin. Onu da düşen takipçi sayısından yola çıkarak bütün karşılıklı takip ettiklerinin profilini gezerek kanıtlarsın kendine.
Bizi bu hâle getiren dünyanın insanlarının da amın koyim!
Çok basit telkinler, tavsiyeler ve desteklerle ayakta durmaya çalışır insan. Ciddiyim bak. Aynı cümleyle hem yıkılan, hem de mutluluktan havaya uçan insanlar gördüm.
(Bkz. Ölüm haberi.)
Yine de, her ilaç reçetesi uzatıldığında "beynime deli gömleği giydirin!" dediğimi biliyorum yalvararak. Hatta doktor, bunu neden istediğimi sormuştu. Ben de, "çinlilerin bir sözü var, deli gömleği ütülenmezmiş, anladın mı?" cevabını vermiştim.
Kıyas yaparak vicdan rahatlatmayı sevmiyorum, ama "keşke aşk acısı çekseydim, bu nasıl paradoks amına koyim ya" şeklinde hayıflandığım gecelerim oldu.
Bir insan düşün kuzen. Eve gelince babasına, "her şey içimde kalıyor" diyor ve cevap olarak da "git sıç oğlum, tutma içinde" karşılığını alıyor. Sonra da "acaba neyi kastettiğini sorsam kızar mı?" şeklinde düşünürken, küçükken matematik ödevlerini anlamadığı için sorup azar işittiği zamana dönüp orada kalıyor. Devam edemiyor.
Olmuyor.
Yanlış bir şey yaptığında intihar rolü yaparak o yanlışı daha büyük bir yanlışla örtbas etmeye çalışan insanlara öykünüp, "İntihar edeyim de insanlar biraz olsun beni önemsesin" diye ucuz roller peşine düştüğüm bile oldu lan. Ama neyi fark ettim bu sayede biliyor musun?
Öldükten sonrasını düşünüyorsun amına koyim. Ama geride kalanların neler yapacağını ha, senin hangi cehennemde yanacağını değil.
Tetris oynarken en çok o uzun çubuğu beklersin ya, "gelsin de rahatlayayım, yer açılsın, zamanım ve puanım artsın" diye de düşünürsün hani. Ama hiç gelmez. Belli bir süre sonra da "L" bununla doldurmaya çalışırsın o boşluğu. Ha işte sen ölünce de aynısı olur. Geri dönsen de yerin dolmuştur artık. Bunu düşünüp ölmeden kahrolur, aldatılmış gibi davranırsın bir süre. Millet de ilaçların yan etkisine bağlar bu durumu. Bunu da bilirsin. Kahrolursun.
İnsanlarda görüp nefret ettiğim şeyleri birebir yaparak mutlu olmayı bile denedim, olmadı. Olmuyor moruk.
Sonra bir orospu çocuğu çıkar, "iman eksikliği" gibi yarak kürek cümle kurar, "din" der, "ahlâk" der, "Allah" der ve çıldırırsın. Sanki sorunun buymuş gibi.
Dikkatli bakarsan eğer din ve ahlâk kelimelerinden biri olumsuzluk eki alamadan, insanların karakterlerinde yan yana gelemiyor.
Neden mi?
Çünkü siyaset için, ticaret için, kendimize inandırmak için, sevmediklerimizi öldürmek için, kandırmak için, uyutmak için, kısacası hemen hemen her pisliğimizi örtmek için dini kullanıyoruz. Dilencisinden, ülkeyi yönetenlerine kadar istisnasız herkes Allah kelimesini kullanıyor. Sonra da içimizden birkaç denyo çıkıp "gerçek islamiyet bu değil" diyor, ancak bunu diyenlerin hepsinde de zina, içki, yalan dolan ne ararsan var. Bari ben rahat bırakayım dedim amına koyim, ne var yani!
Neyse...
Hiç önünde yalvaran birini gördün mü? Ben gördüm. Aklım gitti. Adını bile bilmiyordum lan. Sonra dedim ki, "hesap zamanı Allah, bu insanların yalvarışına nasıl dayanacak?"
Şimdi, ölmeden önce yaşanmaması gereken her pisliği yaşadık değil mi? Bunda hemfikiriz. Herkes kazık yedi, yarı yolda bırakıldı, aldatıldı vs. Sanaldaki paylaşımları okuyunca da gözlerim doluyor zaten. Çünkü herkes baya bi' acı içinde ve yapayalnız. E abi, neden ölenlere üzülüyoruz ki? Kurtulamayan biziz lan.
Dağınık yazdım yine, kusura bakma.
Bir gün doktora, "hemoroide benzeyen yalnızlığım var ve insanları hayatımdan çıkarmak hem acıtıyor, hem de kanatıyor ama hiç durmuyor, durdurmuyorum" demiştim. O da "beyin ve kalp savaşmayı keserse, o zaman kork. Şimdi değil." demişti. Ben bu savaşın bitmesini bekliyorum artık, azalarak.
Gösteri Peygamberi'ndeki Tender, "kimi tanırsan tanı, bir gün ölüp toprağın altına gidecek gerçeğini aklına getir." demişti.
Anlıyor musun?
Yani önceden başıma kötü şeyler gelince küfür ederdim. Sonraları bu küfür yerini duaya bıraktı. Şimdilerde ise "kesin hak ediyorum, yoksa Allah bunu yaşatmazdı" diyerek depresyondan kurtulmaya çalışıyorum. Ama olmuyor.
Çünkü kurtulmaya çalışmak, işkenceyi uzatmak.
Çünkü çabalamak, sadece yerini sağlamlaştırmak.
Çünkü yaşamak... Neyse ya bitirelim.
28.08.2019
1 note
·
View note